Japonya’da Bir Yaz – İrem Sokullu

by İrem Sokullu 0

Japonya seni ne kadar geç tanımışım. Bu yazı, şeker kutumdaki bir şekerin mücevher kutumdaki değerli bir taşa nasıl dönüştüğünün hikâyesidir.

Yeni bir ülkeyi ziyaret etmek bana her zaman heyecan verir. Merak zinde tutar, eli elimde maceraya sürükler. Algılar açılır, kısa zamanda keşfetmek istersin gittiğin yeri, sürekli akan bilgiyi sindirmek için karşılaştırmalar yaparsın. Eski bildiklerini yeniyi anlamada referans olarak kullanırsın. Gidilen ülkeyle ilgili bir fikrin vardır.

Japonya’ya gidiyorsanız bildiğiniz her şeyi unutun ve kendinizi güvenli, temiz, sistematik, komplike ve sofistike ülkenin akışına bırakın.

Japonya benim için şaşkınlık, çelişki ve hassas dengeler ülkesidir. Ülkede en çok kültürden etkilendim. Japonlar bende hayranlık ve merak uyandırdı. Bir sürü soruyla gittiğim ülkeden daha fazla soruyla döndüm. Japonlar hayatı ciddiye alıyorlar. İnce bir kültür oluşturmuşlar, çelişkilerle dolu çok etkileyici insanlar haline gelmişler. Başlıca sebebi yüzyıllar boyunca dışarıya kapalı olmuş olmaları. Bir noktada dünyadaki devletler birbirleriyle politik ilişkileri geliştirdiğinde Japonya’nın da kapısını zorlamış, önceleri kovulsalar da ısrarla devam etmişler.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V5

Hatta Osmanlı İmparatorluğu Ertuğrul Firkateynini mürettebatını denizcilik tecrübesi edinmesi için Japonya’ya göndermiş ancak kolera salgınından korunmak için dönüş yoluna erken geçen firkateyn bir fırtınaya maruz kalarak batmış. Bunun üzerine ölen yüzlerce mürettebatın eşyaları denizde bulunarak İstanbul’a, sağ kurtarılmış gemi personeliyle birlikte gönderilmiş. Bu naif hareket Türk-Japon ilişkilerinin de temelini oluşturmuş.

Japonlar biraz da mecbur bırakılarak yavaş yavaş dışarıya açılmışlar; içine kapanık yaşamalarından dolayı teknolojik açıdan ne kadar geri kaldıklarının farkına varmışlar ve ciddi bir atılım yapmışlar. Bu da gelişmiş Japon devletinin temellerini atmış. Sosyal kodları değişmemiş ve ilginç bir sentez ortaya koymuşlar.

Resmi dinleri ‘tanrıların yolu’ anlamına gelen Şintoizm’in temelinde çok yalın kurallar var. Çin’den gelen Budizm’de ülkede etkili ve ilginç bir şekilde hepsi bir arada uyum içinde yaşıyorlar.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V4

Yalınlık evlerinde, sanatlarında çarpıcı bir şekilde hissediliyor. Çok kibar ve gülen insanlar Japonlar, son derece dürüst ve erdemli. Japon ahlâkının temeli din mi diye düşünüyor insan.

Bozkurt Güvenç bunu açıklıyor; “Aslında ahlak, “günah ve günah anlayışından kaynaklanan korkuya değil, çevreden utanma duygusu temeline” dayanıyor. Batılı insan, varlığını düşüncesiyle kanıtlar. Oysa Japon insanı, varoluşunu bir ailenin üyesi olarak duyumsar ve yaşar. Batılı için bireyin düşüncesi, Japon içinse “biz”lik duygusu, bilişi önemlidir, varlık koşuludur. “Biz” duygusu aile birliğinden doğar, akrabalar, komşular, arasında gelişir, meslektaşlarla iş arkadaşları arasında sürdürülür.” *

Şintoizm’in temel ilkelerinden birisi de ‘Dünyanın büyük bir aile olduğunu unutma’ dır. Bizlik duygusu böylece bireyselliği minimize ediyor, toplumların emniyet supabı olan çatışma da toplumda görülmüyor, kavga eden insanlara rastlamıyorsunuz.

O zaman insan düşünüyor bu onları çok mutlu insanlar kategorisine sokuyor mu?

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V3

Bunu bu kadar kısa sürede anlamak çok zor tabii ki ama ben çok mutlu oldukları hissiyatını alamadım. Sanki daha çok sisteme olan güvenleri ve inanç sistemlerinden gelen teslimiyetleri ağır basıyor. Çok gelişmiş sosyal yapılarının getirmiş olduğu kurallar bir taraftan onların bu kadar ilerlemelerini sağlamış bir taraftan da bireyselliklerini kısıtladığı için ortamda bir sıkışmışlık hissi oluşturmuş.

Küçük mekânlarda yalın hayatlar yaşıyorlar. Bunun yanında tasarıma çok düşkünler, ciddi bir alışveriş çılgınlığı var.

Sanki bu sıkışmışlık hissinin patladığı bazı noktalar var; örneğin Tokyo’da ki Harajuku gençleri, anime karakterlere bürünüyorlar, içinde bulundukları sosyal kurallara bir tepki veriyorlar, bu bir nevi dışavurum.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V2

Gençler ‘aslında eğlendikleri için gittikleri Harajuku’da tüm dünyanın ilgisini çeken bir alt kültür oluşturmuşlar. Pazar günü buluşarak sosyalleşiyorlar, aralarında sınıf farklarının ortadan kalktığını ve daha kolay arkadaş bulduklarını söyleyen gençler, ailelerinden uzak bir dünya kuruyorlar. Ellerinde bavulla dolaşan bir sürü genç görünce insan zannediyor ki seyahat edecekler. Aslında evlerine dönerken kıyafetlerini değiştiriyorlar. Tokyo’da bazı mahallelerde bavullarını koyabilecekleri dolaplar var.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V7

Ebeveynlerle gençler arasında kuşak farkından dolayı, gençler sürekli ‘Kurallara uy, sessiz ol.’ diyen ailelerinden kaçar olmuşlar. Bu bilgileri sosyolog olan Chris Perry** tarafından yapılan bir saha araştırmasından öğreniyorum ve biraz merakım gideriliyor.

Birçok çelişkinin bir arada dengede yaşadığı bir yer Japonya.

İnsanın en güçlü yanı bazen en zayıf yanıdır da. Bir yönümüz geliştirirken aksini yitiririz, karşımıza eksikliğimiz olarak çıkar. Hayat da bir denge durumu değil midir?

Doğu yaşam felsefesi sadelik, doğallık, teslimiyet, kabulleniş, doğaya saygıya dayanıyor. Neo-liberal bir kültürden gelen insanların ‘Az çoktur’ felsefesine dayanan minimalist bir bakış açısı karşısında etkilenmemesi mümkün değil.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V6

Ufak bir ülkede yüksek nüfustan dolayı küçük mekânlarda yaşayan Japonların nefes alma mekânları bahçeler ve doğa. Doğaya, mevsim değişikliklerine karşı hassaslar. Sabırla yıllarca bir bonzai’yi yetiştirmek için çaba harcayabiliyorlar. Bonzai aslında normal şartlarda büyüyebilecek bir ağacın budanma tekniğinden dolayı küçük bırakılması. 800 yıllık bir bonzainin Tokyo’da sergileniyor olması haberi artık sarsmıyor beni. Sabır, toplumun geneline işlemiş diğer bir erdem.

ThePercept Japan by Irem Sokullu _V8

Geçmişe dönüp samurayların hayatlarını incelediğinizde vahşice insan öldüren askerlerin, evde vakitlerini bahçe işinde geçirdiklerini, uzun çay seremonilerine katıldıklarını görüyoruz. Uzun barış döneminde savaşmayan samurayların bu yaşam tarzı, onların ruhlarını incelterek sanata yöneltmiş. Bir süre sonra düşünmeden hara-kiri yaparak namusları için kendini öldürebilen bu kişilerin aynı zamanda şiir de yazabilmeleri beklenir olmuş. Hara-kiri yapmadan önce bir samurayın bir haiku okuması uygun olurmuş. Bir başka deyişle, hem kılıcını hem de dilini keskin bir şekilde kullanmalıymış.

Yaz akşamları göllerde kayıklarda sake’yi de unutmadan ateşböceği seyrine çıkmak, eski bir adetmiş. Dünya yazınının bilinen en kısa metin biçimi olan haikunun usta şairi Başo böyle bir anı şöyle ifade etmiş;

Hotaru mi ya               Ateşböceği seyrinde

Sendo yote                  sarhoş kayıkçı

Abostu kana                sarhoş kayık

Japonya’da kısa süreli ganji dedikleri yabancı olmak kolay ve keyifli çünkü her konuda anlayışlı ve yardımseverler. Hatta seyahat ettiğim ülkeler arasında en rahat fotoğraf çektiğim yer diyebilirim. Kibarlıklarından ve kendileri de alışık olduklarından hiç itiraz etmiyorlar ancak elinizi çabuk tutmanız lazım, utangaçlıklarından hemen gidiyorlar. İzin istemek iyi bir yöntem, reddedildiğim çok az oldu. Ülkede uzun süre kalanlar içinse ganji olmak ilginç bir mesele.

Japonya’da bir Japon olarak doğmadığınız takdirde asla Japonlaşamıyorsunuz. Bu gerçek evlenseniz de, yirmi yıl orada kalsanız da, kimono ile dolaşsanız, kültürü bir Japon kadar özümsemiş olsanız da değişmiyor.

Doğunun en doğulu yönetmeni kabul edilen Ozu’nun gündelik olayları yansıtmadaki yalın dili tüm dünyayı etkilemiştir. Bu nadide coğrafyadaki sofistike kültür beni derinden etkiledi. Yalınlıklarına duyduğum saygıdan Japonya’yı göz kamaştıran renklerinden arındırarak bu sefer siyah beyaz fotoğrafları kullanmak istedim. O zaman Orhan Veli’den bir haiku ile bitirelim.

Gemliğe doğru

Denizi göreceksin

Sakın şaşırma

Kaynaklar:

*(Güvenç, 1992: 173).Güvenç, Bozkurt, Japon Kültürü, Dördüncü Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 1992.

** Chris Perry https://www.scribd.com/doc/38260/Harajuku-Rebels-on-the-Bridge