Andre Aleman – ‘Beyin ve Ötesi’

by İrem Sokullu 0

AndreAleman (1 of 1)Daha keşfedecek çok şey var.

Groningen Devlet Üniversitesi’nde Bilişsel Nöropsikiyatri Bölümünün başkanı olarak görev yapan Andre Aleman’la Maltepe Üniversitesi Aktif ve Akıllı Yaşalma Merkezi’nin düzenlediği, ‘Aklınla Çok Yaşa’ sempozyumunun ardından beyin üzerine hoş bir söyleşi yaptık.

Yaş almış kişi kimdir ve sizi bu konu üzerinde çalışmaya motive eden neydi?

Yaşlı olarak temelde 65 yaş ve üstünü kastediyoruz, buna ‘üçüncü yaş’ da diyebiliriz. Çevremde dedem gibi yaşlanmış kişiler vardı. 70 yaşındayken birçok konuyla ilgileniyordu, spor yapardı, briç oynardı. O yaşta zihinsel olarak bu kadar iyi olmasına hep hayran oldum.

Bugün bilim, beyin konusunda her bilgiye sahip mi?

Bunu iddia etmek zor. Bilmediğiniz bir şeyi bilmiyorsunuzdur. Birçok bilgiye sahibiz elbette. Görsel korteks nasıl çalışıyor, çevremizi nasıl algılıyoruz, biliyoruz. Maymunlarında görsel korteksi var ve hayvanlar üzerinde birçok araştırma yaptık.

Ön beyin, yani insan olmamızı sağlayan kısım ile ilgili bilgimiz daha az. İnsanlarda bu kısım daha büyük ve düşünme, planlama, organizasyon gibi bilişsel yetilerimiz bu bölüm sayesinde sağlanıyor. Diğer bölümler gibi niteliği tam olarak ayrılmış değil. Mesela, yüz teşhisi beynin sadece bir kısmı tarafından yapılıyor. Ancak ön korteks daha karışık; yüzbinlerce beyin hücresi kapsamlı görevleri yapmak için birlikte çalışıyor.

Daha keşfedecek çok şey var. Ben, daha çok psikiyatrik bozuklukları anlamak ve yaşlanırken insanlar daha yüksek bir hayat kalitesine nasıl sahip olabilirler konusunda yardımcı olmak istiyorum. Buna yaşlı insanların hafıza problemleri ve demansın önlenmesi de dahil.

Demans ve Alzheimer arasındaki fark nedir?

Demans daha geniş bir kavram. Bilişsel tüm azalmalar demanstır. Mesela, kişiler kendi bakımlarını yapamayacak duruma düşerlerse buna demans deriz.

Stephen Hawking ALS hastalığına sahip ve Intel ile yaptıkları bir ortak çalışmayla beyin dalgalarını kullanarak yazmak gibi bazı fonksiyonel işleri yapabilir duruma gelmiş. Bilimin üzerinde çalıştığı inovasyonel çalışmalardan örnekler verebilir misiniz?

Bilim beyin ve bilgisayar etkileşimi üzerinde çalışıyor. Yine de bu çok zor çünkü beyinde binlerce küçük oluşum var ve bunları çözümlemek çok zor. Komadaki insanların akrabaları hasta ile bazen bağlantı kurabildiklerini iddia ediyorlar ve doktorlar bunun imkansız olduğunu belirtiyor. Belçika’da aksini ispatlayacak çalışmalar yapılıyor. Komadaki hastayla beyin hareketlerini inceleyerek iletişim kuruluyor. Belçika’da bu konuda ilerleme kaydedildi. Hastalara ‘Kafanın içinde tenis oyna’ ya da ‘Kendi evinin içinde yürü’ deniliyor ve bu beyin hareketleri kaydediliyor ve bunlar sağlıklı insanlarınkiyle %30 uyumlu. Hastaya mesela ‘Şu yiyeceği yemek istiyor musun?’ diye soru sorulmak istediğinde, cevap evetse ‘Kafanın içinde tenis oyna’ , cevap hayırsa ‘Kendi evinin içinde yürü’ dendiğinde hastayla iletişim kurulmuş oluyorsunuz. Bu da onların bilinçli olduğu anlamına gelir.

Beyin kontrolü yapmak mümkün mü?

Teoride evet ancak bir düşüncenin gerçek örüntüsünü bulmak oldukça zor. Farklı beyin bölgelerinin birbirleriyle olan etkileşimini incelemeniz lazım ki bir anda binlerce nöron spesifik bir örüntüde olmalı. Bu örüntüyü elde etmek had safhada zor. Biz neler yapabiliyoruz? Mesela; başın üstüne koyduğumuz bir manyetik başlık ile beynin motor korteksini uyarıyoruz ve deneğin istemi dışında da olsa parmağını oynattığını görüyoruz. Çok enteresan gerçekten. Ancak daha kapsamlı işlemleri henüz yapamıyoruz.

O zaman askerlerin beyinlerinin kontrol edilerek savaşmaya motive edilmelerinin bir mit olduğunu söylüyorsunuz.

Evet, bu bir mit ama gelecekte neler olacağını bilemezsiniz!

Bugünlerde fütüristler insanın ikinci versiyonunun oluşturulmasında, kulak ve gözlerin 3D yazıcılarla basılarak orijinalleri ile değiştirileceklerinden bahsediyor. Beynimiz bunlara nasıl tepki veriyor?

Aslında bu etik bir konu. Araştırmacılar laboratuvar ortamında kök hücre kullanarak bazı organları yapmayı başardılar. Hatta küçük bir beyin bile yapabilirler. Bir beyin yaparsanız bilinci olabilir. Bu çok garip. Vücudu olmayan ama bilinci olan bir beyine sahip olursunuz.

Onu daha sonra programlayabilirsiniz.

Evet, bu mümkün. Onun için bazı noktalarda etik sınırlar olmalı. Maymunlar üzerinde yapılan araştırmalarda bu var bugün. Belirli bir seviyede bilinç düzeyinde oldukları için buna saygı duymalıyız. Bu anlamda bir beyni öylesine yaratamamalısınız.

Türkçeye çevrilmiş ‘Beyin Yaşlanır mı?’ – Alfa Yayıncılık çeviri: Gül Özlen – adlı bir kitabınız var ve Maltepe Üniversitesi Aktif ve Akıllı Yaşalma Merkezi’nin düzenlediği Aklınla Çok Yaşa Sempozyumu’nda ana konuşmacıydınız. Türkiye ile yollarınız nasıl kesişti?

Kitabım Hollanda’da basıldı ve 40.000 kopya satıldı. Bunun üzerine, Almanca, Fransızca, Rusça, Korece, Türkçe gibi birçok dile çevrildi. Bu konuda ilgi büyümeye başladı. Bilgilerim tam da Maltepe Üniversitesi’nin çalışmalarıyla örtüştüğü için beni davet ettiler. Sempozyum ‘Akıllı Yaşalma’ ile ilgiliydi ve daha çok ideal hayat tarzı, yaşlılığın optimize edilmesi ya da en azından azaltılması üzerineydi. Çok gerekli bir çalışma.

Sizin bakış açınızdan ‘Akıllı Yaşalma’ nedir?

Bu konuda en önemli nokta sağlıklı yaşam tarzına odaklanmak. Çoğu kişi sağlıklı yaşamın anlamını biliyor, mesela sigara içmenin sağlığa zararlı olduğunu biliyorlar ama içmeye devam ediyorlar. Burada irade söz konusu ve insanların çoğu bunun ne kadar zararlı olduğunu gerçekten bilmiyorlar. Ciğerler için kötü olduğunu biliyorlar ancak beyin için de bir o kadar zararlı olduğunun bilincinde değiller. Öncelikle Alzheimer riskini arttırıyor, çok yüksek bir risk faktörü. Sağlıklı yaşam hem yürüyüş gibi fiziksel aktiviteleri hem de kitap okumak gibi zihinsel aktiviteleri içerir.

Hepimizin korktuğu Alzheimer hastalığında daha çok DNA mi etkili yaşam tarzı mı?

%40 genetik olarak açıklanıyor, %60 ise çevresel faktörler etkili; özellikle yaşam tarzı ve stres fakat bu biraz karmaşık bir konu; genlerle çevre arasında da bir etkileşim var. ABD’de yapılan bir çalışmaya göre APOE4 genine sahip olan kişiler Alzheimer riski taşıyor. Büyük bir şehirde ve şiddetin, ölümlerin olduğu bir bölgede yaşıyorsanız hastalığa yakalanma riskiniz sakin ve güzel bir çevrede yaşayanlara kıyasla daha yüksek. Geniniz çevresel faktörlere göre aktive oluyor. Stresin beyin üzerindeki kötü etkisi yadsınamaz.

O zaman büyük şehir hayatı beyin sağlığı açısından zararlı mı demek oluyor bu?

Büyük şehirlerde stresin yüksek olduğuna dair çalışmalar var; özellikle de negatif etkisi olan kronik stres. Bu noktada da kişinin genleri rol oynuyor. Bazı kişiler strese karşı daha hassas; nevrotik kişiler mesela. Onların amigdalası, beyinlerinin yapısı normalden fazla aktif. Ayrıca kentlerde yaşayanların amigdalasının kırsalda yaşayanlara göre daha aktif olduğu ispatlandı.

Kronik stres beyin için kötü ve Alzheimer’ı arttırıcı bir rol oynuyor. Yine karmaşık bir durum çünkü kentlerin insanların üzerinde olumlu etkileri de var. Birçok aktiviteye, hastaneye ulaşabiliyorlar. Kırsalda yaşasanız hastaneye gitmek için dahi seyahat etmek zorundasınız ki bu da stresi tetikliyor. Kentlerin kötü olduğunu söylemek kolay değil. Şehirler yeşilse, insanların evcil hayvanları varsa hayatları daha kolay ve az stresli olabiliyor. Bu biraz da kişisel özelliklere bağlı.

İleri yaştaki insanlarla gençler arasında stresi yönetmek konusunda fark var mı?

İleri yaştaki insanların duygu düzenleme yetenekleri daha fazladır. Onlar duyguları ile nasıl başa çıkacaklarını biliyorlar. Ancak negatif seste problem yaşarlar ,mesela bir gencin etrafında tüm seslere rağmen rahatlıkla kitap okuduğunu ama ileri yaştakilerin sesleri filtrelemek konusunda zorlandıklarını görürsünüz. Eğer konsantre olamazlarsa daha stresli olabilirler. Bu düşünceleri içinde geçerli. Mesela aile hakkında endişeleri varsa yaşlılar bu endişeleri yönetmekte gençlere göre daha fazla zorluk çekerler. Yani, uzun vadede yaşlılar genç insanlara göre duygu ve stres taşıma konusunda daha iyidir. 60 yaşında stresi kaldırabilirler ancak 75 oldukları zaman stres durumlarında daha fazla zorluk çekerler. Bazen bir aile partisine gitmek bile zor gelir.

Okinawa adalılar dünyanın en uzun yaşayan insanları. Bunun %30 DNA’den geldiğini belirtmiştiniz, geri kalan da beslenme ve adanın etkisi mi?

Okinawa diyeti kalori sınırlaması anlamına geliyor. Genellikle yemeği gereğinden mesela yarısından az, sadece size canlı tutmaya yetecek kadar yerseniz, üç ila beş yıl daha uzun yaşayabilirsiniz ama her zaman aç hissedersiniz. Ben bunu tavsiye edemem. Vücut bir tepkimeye giriyor ve alarm durumunda yaşıyorsunuz. Okinawa’da yeterli seviyede yiyorlar. Deniz ürünleri, deniz bitkileri özellikle yeniyor, az kalorili besin alınıyor ancak yeterli yenilmiş hissi veriyor. Yeşil çay içiyorlar, çok az kırmızı et yiyorlar, alkol ve sigaradan uzak duruyorlar. Gayet sağlıklı bir beslenme şekli.

Okinawalılar ABD’ye taşındıklarında bu özelliklerini kaybediyorlar. Bizimde adalarımız var ama bu şekilde bir etkisi yok, Okinawa’nın özelliği nedir?

Aslında genel olarak adada yaşayan insanlar daha sağlıklı, insanlar üzerinde daha az stres var ve daha uzun yaşıyorlar. Okinawa’ya bir kere gittim. Otelde hiç kimse İngilizce konuşmuyordu. Bir süpermarket sordum, gene Okinawa’nın başka bölgesinden turistler bana ‘ Bizimle birlikte gelin, biz size yerini gösteririz.’ dediler ve beni süpermarkete götürmek için zamanlarını ayırdılar. Hollanda’da asla bulamayacağınız bir şey bu, herkes çok meşgul. Onlarınsa zamanı var ve rahatlar.

Okinawa’ya taşınsak biz de daha uzun yaşar mıyız?

Oraya taşınır ve onların beslenme şeklini benimsersek kesinlikle. Kötü haber yeni kuşak fast-food yemeye başlamış, Okinawalılar da bu özelliklerini kaybedebilirler.

Kitabınızda beyin profesörü 84 yaşındaki Marion Diamond ve akıllı yaşlanma için 5 aşamalı planından bahsetmişsiniz. Nedir bu 5 aşama?

Beslenme, fiziksel aktivite, meydan okuma, yeniliklere açık olma ve sevgi.

Teknolojinin beynimiz üzerinde etkisi olumlu mu?

Bence evet. Genç insanlarla yapılan çalışmalar gösteriyor ki oyun oynayarak zihinsel hızlarını arttırıyorlar, bu hayatın diğer yönlerine de yansıyor, trafikte mesela tehlikelere daha çabuk reaksiyon veriyorlar. Ancak bir de negatif yönü var, o da birçok şeyi aynı anda yapıyorlar ve konsantrasyon problemleri var; bir makaleyi okuyamıyorlar mesela. Bazı konular entegre bilgi gerektiriyor; politika ve tıp gibi. Okullar ilgiyi arttırıcı, konsantrasyonu geliştirici yöntemlere odaklanmış durumda. Ben de bir doktora gittiğimde bana cevap verebilecek birisini isterim, o gün internet yok diye hastalığıma çare bulunamaması durumunu düşünemiyorum. Bu sebepten Hollanda’da tıp eğitimi için daha klasik yöntemler kullanılıyor ve öğrenciler okumak ve hafızalarında bu bilgileri saklamak durumunda. Hala bilgileri saklamak ve bağlantı kurabilmek çok önemli. Bu konuda ailelere de düşen görev, çocuklarının kitap okumasını desteklemektir. Gençler kitap yerine sosyal medyada kısa mesajları okuyorlar. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki kitap okumak hafızanızı geliştiriyor.

Bu yararlı röportaj için çok teşekkür ederiz. Daha detaylı bilgi almak isteyen okuyucularımızı kitabınızı okumaya davet ediyoruz.

Benim için keyifti, teşekkürler.

İrem Sokullu – Sinan Oymacı – İstanbul Temmuz 2015